21 Mart 2012 Çarşamba

insanlar insanlaaarr

İstanbul'a geldiğim günü dün gibi hatırlarken nasıl oluyorda koskoca 4 yıl geçmiş anlamıyorum.Hala daha yeni gelmişim gibi.Aslında herşeye ne kadar alıştığımın farkında bile değilim.İstanbul'un beni ne kadar değiştirdiğinin de farkında olduğumu sanmıyorum.
Giderek tahammül sınırı azalan bir insan oluyorum derken bir bakıyorum önceden olsa sinir küpüne döneceğim olaylarda kılımı bile kıpırdatmadan sakin sakin geçiyorum.
Alışamadığım en sıkıcı durumsa çeşit çeşit insanların cins cins hareketleri.Yağmur olur,kar yağar,fırtına kopar,kıçın donar koşa koşa gideceğin yere varmaya çalışırsın, önündeki teyzeler sallana sallana önünden yürümek suretiyle yol vermez.Oraya gelene kadar trafikte yaşadığın tıkanıklık yetmiyormuş gibi kaldırımda da trafik sorunu yaşarsın.İnsanlar keşmekeşin içinde yaşamaya o kadar alışmış ki, sen kalabalıkta yardıra yardıra ilerlemeye çalışıyosun, amcam elinde telefon bir duruyor bir ilerliyor,kah gülüyor kah bağırıyor.Kalabalığın içinde bağırmak,küfür etmek,yüksek sesle kahkaha atmak sadece benim büyüdüğüm gibi küçük memleketlerde ayıp galiba.

12 Mart 2012 Pazartesi

şişko muyum ben?

Ajda Pekkan'ı çok seviyorum,bütün şarkıları benim için özel.
Bence Ajda Pekkan çok güzel birşey yapıyor.O yaşta bile bakımlı,sağlıklı olunabileceğini gösteriyor.Yeterki olmak iste,yeter ki kendine bak.
İnsan çıplakken bakmalı kendine ve gördüğünü sevmeli.Yoksa örtüler masaları da güzelleştiriyor..
Ben de bir süredir bu şekilde kendimi kandırdığımı düşünüyorum.Sürekli,bol elbiseler,yüksek bel etekler,evet güzel görünüyor,hala bi giderim var ama gel gör ki elbiselerin altında durum öyle değil.Karın aldı başını,mayalı hamur misali kabarıyor.Kalça allahtan doğuştan dar ama o da benim ortalamamın üzerinde.Diğer detaylara girmiyorum.
Bu sebepten son bir haftadır dikkat etmeye başladım.Dikkat derken özellikle uyguladığım bir diyet varmı, kısmen evet.Kendi uydurduğum 'allah ne verdiyse' diyeti.Bu diyetle, gündüz saatlerinde diğer diyetlerdeki klasik ne varsa,işte ızgara tavuktur,salatatadır,yoğurttur allah ne verdiyse harfiyen uyguluyorum.Az yiyorum.Akşama kadar gayet güzel idare ediyorum durumu.Eve gelince ise bir süre oyalanabilsemde artık içimdeki canavar uyanıyor ve 'yeteerr ulaannn'' diyor.Ondan sonra bu sefer allah buzdolabından ne verdiyse yiyorum.Tabi öyle sadece patatestir,köftedir bitmiyor,o saatte donmuş pizza mıdır,ton balıklı makarna mıdır.Sınır yok.Bu yüzden eve artık hiçbişey almıyorum.Dolap tam takır kuru bakır.Ama buzdolabında annemin koyduğu ıvır zıvırlar var tabi.Örneğin üzüm yaprağı..İlk gördüğümde 'oha ya kim yiycek kim yapıcak bu kadar' dediğim yaprakların hepsini,geçtiğimiz haftalarda sararak bir güzel tükettim ve dün akşam hazır yaprak alarak evimde bir ilki gerçekleştirdiğimi burdan bildirmek isterim.Yani demem o ki, sevinç engel tanımaz,evde birşey olmasada üretir yapar yer.O yüzden neymiş, diyet miyet kasmaya gerek yokmuş.Az hareket et,kendine bak, ya da hiç şikayet etme.Takıl böyle.

Ajda Pekkan olmayıda anca rüyanda görürsün.Senden olsa olsa Banu Alkan olur.

4 Mart 2012 Pazar

Margaret Mazzantini'nin eşsiz romanı "Sakın Kımıldama"nın erkek kahramanı yıllarca gizli kalmış aşk ilişkisini şu sözlerle anlatır: "Onu bir dilenci, bir kurt, bir ısırgan otu gibi seviyorum. Camda bir kesik gibi seviyorum. Onu seviyorum, çünkü hayatta yalnızca onu; onun yoksul kokusunu ve her an kırılacak gibi olan kemiklerini seviyorum."